- Haberler
- Futbol - Süper Lig
- Üç Büyüklerin Tek Farkı Çapı!
Üç Büyüklerin Tek Farkı Çapı!
Fenerbahçe'nin eski teknik direktörü Aykut Kocaman, 360'ta yayınlanan Kültür Fizik programına konuk oldu
Burada olmamın temel nedenlerinden bir tanesi ben futbolla uğraşan, futboldan hayatını kazanan insanların en azından bu işle ilgili dünyada neler oluyor etraflarına bakmaları gerekir. Ama ülkemizdeki temel problemlerden başında, pek çok alanda olduğu gibi futbolu konuşanların da aslında futboldan bihaber olmaları, dünyada neler oluyor takip etmemeleri gibi nedenler geliyor. Bu çaptaki insanlar sadece ilişkileriyle bu işleri yürütüyorlar. Bu nedenle sizin gibi insanlara hem gıpta ediyorum. Hem de saygı duyuyorum. Çünkü bir şeyleri başka yerlerden yalnızca futbol sahasının içinden değil başka türlü de anlatmaya çalışıyorsunuz. Burada olmak benim içinde bir şereftir.
Koşu mesafesi konusunda zamanında FB TV’de de söylemiştim. İnsanlar anlamadıkları, bilmedikleri konularda bence cehaletten dolayı da ağızlarını büzerek konuştular. Bu çok yanlıştı. Bu adam ne demek istiyor diye düşünmeden konuştular ve bu kavramın içini boşaltmaya çalıştılar. Ama aslında öyle değil. Birazda beni itibarsızlaştırmaya çalıştıkları içinde böyle yaptılar. Ama çok önemli değil. Hep söylüyorum gerçekler bir gün ortaya çıkıyor. Tabi ki futbol koşmak değil. Benim gibi teknik bir futbolcu, antrenörlüğünde de tekniği daha fazla düşünmeye çalışırken insanların dediğimi merak etmesi gerekiyordu. O günün koşullarıyla sanıyorum bu konuyu benim üzerime doğru götürmeye başladılar. Söylemeye çalıştığım şuydu, futbol koşmak değildir. Ama futbolu, fizik kalitenin üzerine inşa edebilirsiniz. O zaman tekniği taktiği daha anlamlı ve doğru yaparsınız. Rıdvan Dilmen’in programına katıldığımda bir örnek vermiştim. 2 sene öceki şampiyonlar ligi finaline bakıyorsunuz. İki Alman takımı, Münih ve Dortmund ikisinin de 120 kilometreye yaklaşan mesafeleri vardı. Kaleciyi çıkardığınız zaman ortalama 11.5 kilometre civarındaydı. İki kenar oyuncusunun 1500 metre sprint mesafesi vardı. Bunlar tabi halledilebilir şeyler. Fenerbahçe takımı da zira benim ayrıldığım senenin 2. yarısından itibaren, daha ileriye doğruya gitmeye çalışan bir takım haline gelmişti. Atletico Madrid buna çok iyi bir örnek. Atletico’nun çeyrek ve yarı final maçlarını izleme şansı buldum. Arda takımda olduğu zaman takım daha akıllı oynuyor. Mesela Chelsea maçında Arda oyuna girince oyunu bir anda takımı adına lehine çevirdi. Ama Arda yokken de topun olduğu bölgede çok kolay bir şekilde birikebiliyorlar. Bu tabi hiç bir zaman gol yemeyecekleri, mağlup olmayacakları anlamına gelmiyor. Ancak ihtimal zincirinde size bir çok avantaj sağlanmış oluyor. Bütün bu oyunun amacı ihtimalleri lehinize çevirmeye çalışmak. Arda, Milli Takım'a geldiği zaman her şey bekleniyor. Avrupa’da birçok önemli kupayı kazanmış ve burada sihirbazlık yapacak. Alacak topu ayağına gol atacak. Oysa öyle değil. Arda çok önemli bir takımın, çok önemli bir parçasıdır. Biz de Atletico Madrid gibi önce çok rahat bir şekilde koşabilen, doğru yerde durabilen, kademeyi doğru yapan takımlar haline gelebilirsek, Arda buraya geldiği zaman katkısı azalmak yerine artacaktır.
Futbolda çok iyi tekniğimiz olduğu da söylenemez. Henüz büyük takımların seviyesine çıkarmaya çalışıyoruz. Bence daha yol almamız gerekiyor. Bir de fizik kalitemizi çok daha yukarıya çıkarmamız gerekiyor.
Çok mümkün değil. İstanbulspor çok özel bir örnekti. Bu yapı kurulabilir mi herhangi bir takımda, çok zor. Bunu altyapıdan itibaren yaptırmazlar zaten. Bizim ülkemizde her şey tersten gidiyor. Üstten aşağıya doğru gidiyor. Bu yüzden de olmuyor. Alttan inşa etmeye başlamamız gerekiyor. Altyapı da yukarıda istenen bir şey var. İstenen şey, direkt sonuç. Bu sonuca doğru yürümek zorundasın. Türkiye’ye bir futbol aklı gerekiyor. Bu gelir mi gelmez. Çünkü bugünkü yönetimlerde ve inşa edilmiş olan düzende, futbolun aklına ihtiyaç yok. Bunu antrenör de yapamaz. Antrenör üst düzeyde kendi sorunlarıyla baş etmeye çalışırken, aşağıyı da dizayn etmeye çalışması gerçekten çok zordur. Antrenörlerin de sağlıklı bir ömürleri yok.
Federasyonun bir şeyleri değiştirme çabalarına saygı duyuyorum. Ama bu yöntemlerle değişmez. Çünkü buna inanmıyoruz. Bunu yukarıdan yapmaya çalışıyoruz. Karamsar olmak istemiyorum. Ama değişmeyecek. Başka insanlar gelecek ve bu olmamış deyip değiştirecek. Üretmediğimiz sürece bunların hepsi anlık, geçici çözüm arayışları oluyor. Böyle 50 tane proje yapsan 2 tanesi tutuyor. Gelişmemiz de bu şekilde ilerliyor.
Burada tek mesele çap meselesi. 3 büyük kulüple diğer takımların tek farkı çapı. Yoksa futbola bakışları, düşünceleri arasında hiçbir fark yok. Biz millet olarak nedenlerden bahsetmiyoruz. Sonuçlardan bahsediyoruz. Sonuçlardan konuşunca bu tip çözümleri buluyoruz. Büyük kulüplerle küçük kulüplerin temelleri aynıdır. Nedenleri düşünmezsek 5-6 sene sonra yine aynı şeyleri tartışacağız.
Bizim futbola başladığımız dönemlerde, yerli oyuncu sayısı fazlaydı. Oyuncuların yer bulma şansı sayısal olarak daha fazlaydı. Bu avantajdı. Şimdikilerin avantajı ise, daha eğitimliler. Teknik, fiziksel ve zihinsel olarak bizden daha iyi durumdalar. En büyük dezavantajları yer konusunda oluyor. Genç oyuncular arasındaki, takıma girebilme rekabeti daha sertleşti. Yabancı oyuncular olunca bizim oyuncumuza 5 oyunculuk yer kalıyor.
O zamanda topu başkasına vermiyorsunuz. Doğru bir metod olmadığı için her şeyin ucunu kaçırıyoruz. Oyuncular da burada bocalıyor olabilir. Esas olarak bence artık kanallar tıkalı. Yani rekabet daha sert, alttan yetişmek daha zor.
Bence doğru bir hamle olacak. Ülkemiz fiziki ve ekonomik açıdan rezerv takımlara uymuyor. Ben PAF ligini daha doğru buluyordum. Çünkü bir ciddiyeti oluyordu. Bu hale getirilirse sulandırılmış bir lig olacağını düşünüyordum. Ama İngiltere gibi düzenli ülkelerde yapıldığı gibi rezerv ligin daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Sportif direktörlük, ülkemizdeki kulüplere futbol aklının sokulmaya çalışılmış hali gibidir. Ancak benim yapmaya çalıştığım şuydu. Öncelikli olarak 5-6 aylık süreçte neler oluyor, nasıl oluyor bunları nasıl değiştirebilirim bunları çözmeye çalıştım. Çünkü bu kültürün içinde sportif direktörlük yok. Dışarıdan gelen yöneticilerin parayı da bularak futbolu yönettiğini görüyoruz. Bunlarda taraftara hesap vermek zorunda oldukları için her şeyi kendileri yapmaya karar veriyorlardı. Fenerbahçe benimle birlikte bir dönem bunları yıkmaya çalıştı. Bana önce üstten güven duyulmasına ve sonra sportif direktörlüğü yavaş yavaş kulüpte yerleştirmeye çalıştım. Kulüplerde aldığınız kararlar ne kadar doğru olursa daha fazla karar almaya başlıyorsun. Böylece gerçek sportif direktörlüğün daha fazla yerleşmesini sağlıyorsun. Benim görevim, iradem dışımda biraz kısa sürdü.
Buraya gelen yabancı teknik direktörler muazzam bir kültür farkı yaşıyorlar. Burayı anlamak gerçekten uzun bir zaman alıyor. Rijkaard, Aragones, Schuster bunlar bu işi bilmeyen insanlar değildi. Tam tersi biz onlara bakıyoruz, bir şeyler almaya çalışıyoruz. Onları taklit etmeye çalışıyoruz. Bizim onlardan avantajımız bu kültürü bildiğimiz için de onlardan daha iyi yerlere gelebiliyoruz. Yabancı hocaların buraya adapte olması baya uzun sürüyor.
Antrenör pek çok şeyi berbat edebilir. Antrenörün kime ne katacağı çok soyut bir kavram. Ne önü belli ne sonu belli çok bulanık. Bazen %100’dür. Örneğin, Fatih Terim 1996’dan 2000’e kadar başarılı bir şekilde yürüdü ve UEFA kupasına kadar uzandı. Buradaki yüzdeyi belirlemek zordur. Oyuncunun da katkısı vardır, antrenöründe katkısı vardır. Bunun bir ölçümü yoktur.
Ben futbolcuyken Sarıyerspor’da, İstanbulspor maçı oynanıyor. Ben de sakatım yukarıdan maçı takip ediyorum. 30-35 metreden topa geldi İlkan, ben o anda “vurma” dedim. Vurdu İlkan ve inanılmaz bir gol oldu. Futbol işi matematik işi değil. Pek çok parametreye bağlı bir oyun. Sahaya çıkmadan önce kağıt üzerinde nispeten bir tahmin yapabiliyorsunuz. Ama sahada oyuncuların o gün nasıl reaksiyon vereceklerini bilemiyoruz. Bazen her şey kafamızdakine göre gidiyor. Bazen de hiç uymuyor. Antrenörlerin uzun sürede görevi, oyuncularını yavaş yavaş tanıyarak kendini onlarla baş edecek duruma getirmeye çalışmaktır.
Transfer olduktan sonra, askerdim. Askerde ceza almıştım. Son haftaya kadar antrenmanlara çıkamadım. Fenerbahçe sıkıntılı dönemlerden sonra büyük transferler yapmış. Almış olduğu oyunculardan birisi Aykut diye bir oyuncu. Hiçbir antrenmanda yok. Sezon kampında yok. Tam 1 hafta kala antrenmanlara gitmeye başladım. Şöyle bir şey oldu. Şimdiki eşim, nişanlımdı. Metin Aşık’ın bana bir araba sözü vardı. Arabayı vermişti. İznim vardı, arabayla şehir dışına çıktım ve döndüm. Ertesi gün gelirken trafik kilitlendi. Antrenmana geç kaldım. Geç kalınca da utandım. Giremedim. 3 antrenmanım vardı birini kaçırmıştım. Veyselinoviç de beni doğal olarak kadroya almadı. Metin Aşık’ın telkinleriyle kadroya alındım.
Bana yapılmamasını istediğim şeyleri başkalarına da yapmadım. Futbolculuk önemli. Dolayısıyla futbolcularınn egolarının olmasını anlıyorum. Ama bunu bilmekle beraber, bizim işimizin önemli bir iş. Bize çok güzel şeyler sağlıyor. Güzel bir oyun. Atomu parçalamak değil. Güzel bir oyunun güzel bir parçasıyız ve bundan çok şeyler elde ediyoruz. Bu elde ettiklerimiz bizi şişirmemeli.
Ankaraspor’un bana çok büyük bir katkısı oldu. Altınordu’yu da katkım olsum diye ziyaret ettim. Altınordu çok değerli bir iş yapıyor. Alttan yukarıya doğru giden bir sistemleri var. Türkiye’deki genel bakışın aksine farklı bir sistemleri var. Bunu umarım sonuna kadar sürdürebilirler. Bunun olmasını çok arzu ediyorum.
Kendimi hep işimle tarif etmeye çalıştım. Biz şuyuz, biz buyuz, gülen adamlarız demenin anlamsız olduğunu düşünüyorum. Benim doğal halim bu. Benim eşofmanım üzerinden, beni vurmak kadar çapsızlık olamaz. Eşofman giyiyordum çünkü takımla beraberiz onu anlatmak istiyordum. Eğer beraberseniz bunları bir takım şeylerle sembolize etmeniz gerekiyor. Fenerbahçe’de bunu özellikle giyiyordum. Çünkü Fenerium ürünleri giyiyordum. Çok şükür giyinmeyi de biliyoruz. Gülmüyor diyenler oldu. Bunlar cahilce alttan vurmalardır.”